Üç buçuk yıldır nerdeyse aynı ekiple, aynı proje için çalışıyorum. Çok uzun süredir düşündüğüm, şu an yapmakta olduğum işin beni mimarlığa ne kadar yaklaştırdığı ne kadar uzaklaştırdığı, ne kadar ve ne için özgürleştirdiği, ne kadar kısıtladığı…
Bütün bu şartlar içinde gelişimin insanın kişisel becerisi ve arzusu olduğunu yadsımıyorum elbette. Ancak uzun süren ve çerçevesi çok da değişmeyen projelerin birbirini tekrar eden günler, rutinler gibi insanı alzheimer’a yaklaştırdığını, bir tür hafızasızlık ve zamansızlık hissi oluşturduğunu düşünüyorum. Bunu kırmak için türlü yollar denenebilir. Ama en doğru olanı galiba kayıt altına almak. Hafızamı yitirmemek için yazmak. "Söz uçar. Blog kalır."
Bu projede çalışmaya ilk başladığımda duyduğum heyecan ve hevesi şimdi düşününce mutlu oluyorum. Demek ki aslında yapmak istediğim şeydi bu. Öyleyse nerede kaybolduğumu bulmak kolay olacak.
Restorasyon, bu uzun yıllar yaşamış yapılara tuğla ve ahşap olmaktan çok birer insan, birer karakter gibi bakmanızı sağlayan, eninde sonunda sizi oraya getiren bir uzmanlık sanırım. Bu yazdıklarım haddinden fazla duygusal gelebilir, ama tek tek yapılara baktığınızda anlayabildiğiniz bir şey bu. Onlara birer insan, birer karakter gibi bakmanızı sağlayan şey farklı ifadeleri olan gözler gibi size bakan pencereleri bazen, cephelerinde gördüğünüz bezemeleri o yüzü hatırlamanızı ve anlamlandırmanızı kolaylaştıran birer ben, birer çizgi, birer gamze gibi. Bu yüzden üzerinde çalıştığımız her yapıya, bu semte ve bu sokaklara bağlandık. Ona bir ofis penceresinden bakmak, sokaklarına yabancılaşmak hoşumuza gitmedi.
Tekil konutlar söz konusu olduğunda proje genelde sahibiyle anılır ya da yapıyı öne çıkaran bir özelliği ile. Bu, benim bugüne kadar çalıştığım ofislerin bir yöntemiydi. Büyük bir alan söz konusuysa yapıları tanımlamak için kullanılan yol, ada ve parsel numaralarını söylemektir. İsimleri ve soy isimleri gibidir bunlar. Yapıyı adıyla çağırırsınız aslında. Bu anlattığım yapının adı 510 ada 19 parsel, nam-ı diğer 510'a 19. Üzerinde çalışmaya başladığımız ilk yapı. Süleymaniye için sembol bir yapı diyebiliriz. Bir gün bölgeyle ilgili bir belgeselde, bir gün ummadığınız bir anda, bir sinema filminde köşeyi dönüverince karşınıza çıkabilir. Görünce tanıdık birini görmüş gibi olursunuz.
1960'larda 510-19
İmaretin sürprizli basamaklarını indiğinizde sizi karşılar. Kagir basamaklarını, sokağa eğilip bakan cumbasını fark edersiniz. Muhtemelen basamaklarında biri oturuyordur. Ben henüz aksiyle karşılaşmadım. Bu yapı bölge karakteri içinde de farklılık gösterir. Bu bölgedeki yapılar genelde kagir bodrum ya da zemin katlar üzerine oturan ahşap konstrüksiyonlu yapılardır. Oysa bu yapının ön cephesinin bir kısmında 1. ve 2. katlarında da devam eden bir kagir duvarı var. Ahşap katları L biçiminde saran bir kagir konstrüksiyon denebilir.
Hem yapısal olarak, hem de mimari olarak ilginç. Dengeli biçimde, yapılırken tasarlanmış bir cephesi varmış gibi. Böyle söylüyorum çünkü bu bölgedeki yapıların yerel gelenekle, belli başlı bazı yapı ustaları tarafından yapıldığı; mimarlarının, önceden yapılmış bir tasarımlarının olmadığı; çoğunlukla parsel biçimine ve uygulama sırasında oluşan sorunlara göre üretilmiş pratik çözümleri olduğu bilinmektedir. Restorasyon için konstrüksiyonları ortaya çıkarıldığında da söylediklerimi destekleyen durumlarla karşılaşılıyor çoğunlukla. Yapılarda bazen ciddi yapısal sorunlar da olabiliyor. Bu durum maalesef deformasyonlarını hızlandırıyor. Bürokratik süreç nedeniyle sahiplerinin bir an önce yıkılmalarına çalıştığı bu yapılar için sonu daha da yaklaştıran nedenlerden yalnızca biri daha oluyor bu.bunları daha uzunca bir yazıda etraflıca ele almak daha uygun olacak. Hem de 510’a 19’un daha anlatılabilecek çok yanı var. Banyosunda bulduğumuz 1964 basımı Habam Sınıfı ve kitabın arasına konmuş bir düğün fotoğrafı gibi.